Cumartesi, Nisan 21, 2007

ben sana mecburum..

ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum

ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski istanbul mudur
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburun sen yoksun

sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşam üstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yaşamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
eski zamanlardan bir cuma çalıyor
durup köşe başında deliksiz dinlesem
sana kullanılmamış bir gök getirsem
haftalar ellerimde ufalanıyor
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun

belki haziran'da mavi benekli çocuksun
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
belki yeşilköy'de uçağa biniyorsun
bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
kötü rüzgar saçlarını götürüyor

ne vakit bir yaşamak düşünsem
bu kurtlar sofrasında belki zor
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yaşamak düşünsem
sus deyip adınla başlıyorum
içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
hayır başka türlü olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin

attila ilhan

rubai

öptü beni :
bunlar, kâinat gibi gerçek dudaklardır.. dedi.
bu ıtır senin icâdın değil, saçlarımdan uçan bahardır.. dedi.
ister gökyüzünde seyret, ister gözlerimde;
körler onları görmese de,
yıldızlar vardır.. dedi.

nazım hikmet ran

gözleri siyah kadın

gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki
çok sevdiğim başına yemin ediyorum ben
koyu bir çiçek gibi gözlerin kapanırken
bir dakika göğsünün üstünde olsa yerim
ömrümü bir yudumda ellerinden içerim
gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki...

nazım hikmet ran

Cuma, Nisan 20, 2007

eylül akşamı..

eylül akşamı
hiçbir neden yokken, ya da biz bilmezken tepemiz atmış...
ve konuşmuşuzdur.
onca neden varken ve tam sırası gelmişken hiç bir şey yapmamış ve susmuşuzdur.
aynı anda aynı sessiz geceye doğru içim sıkılıyor demişizdir.
aynı sabaha uyanırken kim bilir aynı düşü görmüşüzdür. olamaz mı? olabilir.
onca yıl sen burada
onca yıl ben burada
yollarımız hiç kesişmemiş
şu eylül akşamı dışında
belki benim kağıt param, bir şekilde, döne dolaşa senin cebine girmiştir.
belki aynı posta kutusuna değişik zamanlarda da olsa, birkaç mektup atmışızdır.
ayın karpuz dilimi gibi batışını izlemişizdir deniz kıyısında.
aynı köşeye oturmuşuzdur köhnede belki birkaç gün arayla olamaz mı? olabilir.
onca yıl sen burada
onca yıl ben burada
yollarımız hiç kesişmemiş şu eylül akşamı dışında
bostancı dolmuş kuyruğunda sen başta ben en sonda öylece beklemişizdir.
sabah 7.30 vapuruna sen koşa koşa yetişirken, ben yürüdüğümden kaçırmışımdır.
aynı anda başka insanlara, seni seviyorum demişizdir.
mutlak güven duygusuyla, başımızı başka omuzlara dayamışızdır olamaz mı? olabilir.
onca yıl sen burada
onca yıl ben burada
yollarımız hiç kesişmemiş
şu eylül akşamı dışında

bülent ortaçgil