Pazar, Mayıs 27, 2007

hayal gümrüğü..

bir gün kitabını okuyabilmeyi tüm içtenliğimle dileyerek ve aslında bu fikrin en azından bir kere onun da aklından geçmiş olduğunu tahmin ederek :) ; kazım yılmaz'ın başka bir yazısına yer veriyorum...


"hayattan makul şeyler almış ve buna alışmış insanların -hatta gerekiyorsa herkesin- boyundan büyük işlere girişmeden önce uğraması gereken hayat dairesidir, varlığı aranan, olması gereken bir hayal kontrol noktasıdır. elbette ki insan hayalleri kadar ileri gidebilir ama her şeyin alışılmadık olduğuna alışamayanlar için; tıpkı benim gibi, bütün o absürdlüğü ile seksenleri, sınırsız anlamsızlığı ve gereksizliği ile doksanları hayatının en güzel döneminde yaşamış nostaljik hıyarlar için, düzene uymayı bir türlü başaramayan aklıevvel ibişler için gereklidir bu kurum.

benim aklımdan geçen bu, içinde farklı birimleri olmalı. farklı hayaller için farklı birimler...

mesela bu yazdıklarım nereye gidecek, kimlere ulaşacak bilmiyorum. ya da daha geniş; nereye gideceğimi bilmiyorum, böyle nasıl devam edebileceğimi. ocak ayındayım ama doğru dürüst hatırlamadığım, serin bir bahar akşamındayım sanki. ocak ayında güneş alerjimin nüksettiği başkentteyim. yine de el ele tutuşmalı şarkılar yok. gece, rutubet ve sis. hava olmasa da ortam soğuk, şu an çalan the crystal ship’e rağmen..

kahredici derecede fotojenik olmak mı bu, yoksa süpermenvari bir yalnızlık mı, kristal gibi şeffaf sert ve soğuk kırılan ışığın duvarlarda dansı gibi. aklımda sadece konuşmaların ben tarafı;

“oysa.. yani.. belki.. ama.. tabi.. maalesef.. tamam..
oysa o kadar.. yani seninle.. belki de yarın..
ama öyle bakınca.. tabi ki böyle düşünmen..
tamam..”

en güzel aşk şarkılarının, gitar soloları piyanolu güzel geçişleri varmış meğer, sözlerine önem ver(e)meyince farkettim, zamanında hayal gümrüğüne girmediğim için belki de..

“90lar geride kaldı, heavy metal geride kaldı, walkman geride kaldı, top oynamak geride, kaldı, sorumsuzluk geride kaldı, bulutsuzluk geride kaldı, çimlere yatmak ve yıldızları saymak geride kaldı, saçlarını kulağının arkasına atmanı ve güzel yüzünü izlemek, ah o kokun ve gözlerin, hepsi geride kaldı”

kulaklarıma bastığım distortion bile engelleyemez, gecenin bi yarısı içime bağırıp bir ismi, aksini dinlememi, aksi olmasını istediğim iki kişinin bir gölün kenarında yürürken bir hayalde buluşmasını, on dakikalığına. göl kenarı gümrüğünde;

- iş mi? tatil mi?
- hayal
- kaç dakika kalacaksınız?
- 10
- yanınızda deklare etmek istediğiniz umutlarınız var mı?
- evet
- sol taraftan lütfen.
...
- umutlarım vardı deklare etmek istiyorum
- açar mısınız içinizi.
- tabi buyrun
- bu miktarda umutla seyahat edemezsiniz.
- neden acaba? benim içim o kadar da ağır değil. her yolcunun hayatta taşıyabileceği umut miktarını aşmıyor.
- hayat yollarının yeni düzenlemelerinden haberiniz yok galiba
- hayatın ne olduğu ve düzenlemelerle ilgili kavram kargaşaları içindeyim...aslında
- pardon?
- eee hayır, yok bir şey.
- 25 yaş üstü ve beğenilemeyecek yolcular sizin gibi, ee lütfen alınmayın ama aldığım eğitime göre siz bu sınıfa giriyorsunuz, güzel birisiyle neşeli günler geçirme ve özellikle göl kenarında yürüme umutlarıyla seyahat edemezler hayat yollarında.
- güzel birisi olmasa da olur. neşeli bir göl kenarı yürüyüşü yapabilsem belki beğenilecek biri olmanın yollarını bulabilirim.. belki..
- neşeli göl kenarı yürüyüşleri umutları taşıyan yolculara ve kendinize bir bakar mısınız?
- ...evet...oysa...sanki...tamam."

kazım yılmaz

Pazartesi, Mayıs 21, 2007

gece şiirleri..

ipe sapa gelmez efkarlar icad ediyorum;
biraz daha yaklaşırken
hain bir ömrün
hani hiç gelmez sandığım sonuna.
ve artık
idamına randevulu bir mahkumun
sensiz yanıyım;
ziyan olmuş bir unutkanlık kıvamında.
kalemimi kırmaya hazırım,
hayır dersen kendimi öldürürüm,
evet demenden korkuyorum sonunda...

kazım yılmaz

kimi sevsem sensin..

kimi sevsem sensin / hayret
sevgin hepsini nasıl degiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin / hayret
senden nedense vazgeçilemiyor
herşeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin / hayret
kapıların kapalı girilemiyor
kimi sevsem sensin / senden ibaret
hepsini senin adınla cağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin / hayret
in misin cin misin anlamıyorum...

attila ilhan

kumdan kaleler..

külhani bir sevinç saran ansızın yüreğimi
yeniden oluşturmak gibi gündüzü ya da geceyi
bir kıvılcım vardı önce, yarım kalmış bir hece
yağmurlu bir kent sonra, yorgun düşen gitgide.

ve sanki hiç bir şey yaşanmamış gibi
maskelerini kuşandı insanlar
rüzgara savruldu sesim, yarım kalmış bir şarkıdan
suskunluğu öğrendi insanlar.

ve belki sen, belki ben, belki biz ve onlar
kumdan kaleler kuran, denize doğru
bakarsın çoğalırız yaşam denen bu oyunda
cemresi oluruz yarınların.

aynadan bakan yabancı yüzler örter üstümü
kurşuna dizilmiş bir şehir olur düşlerim
iki gözüm iki yağmur, henüz aşkı tatmamış
oysa sen, belki ben, bir suç ya da bir kusur.

kumdan kaleler

Pazar, Mayıs 20, 2007

ben içeri düştüğümden beri..

ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya.
ona sorarsanız : "lafı bile edilmez, mikroskobik bir zaman."
bana sorarsanız : "on senesi ömrümün."
bir kurşun kalemim vardı ben içeri düştüğüm sene.
bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
ona sorarsanız: "bütün bir hayat."
bana sorarsanız : "adam sen de, bir iki hafta."
katillikten yatan osman,
ben içeri düştügümden beri,
yedi buçuğu doldurup çıktı,
dolaştı dışarlarda bir vakit,
sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri,
altı ayı doldurup çıktı tekrar,
dün mektup geldi, evlenmiş,
bir çocuğu doğacakmış baharda.
şimdi on yaşına bastı,
ben içeri düştüğüm sene, ana rahmine düşen çocuklar.
ve o yılın titrek, ince, uzun bacaklı tayları,
rahat , geniş sağrılı birer kısrak oldular çoktan.
fakat zeytin fidanları hala fidan, hala çocuktur.
yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde ben içeri düştüğümden beri.
ve bizim hane halkı bilmediğim bir sokakta görmediğim bir evde oturuyor.
pamuk gibiydi, bembeyazdı ekmek ben içeri düştüğüm sene.
sonra vesikaya bindi, bizim burda,içerde,
birbirini vurdu millet yumruk kadar, simsiyah bir tayın için.
şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsız.
ben içeri düştüğüm sene ikincisi başlamamıştı henüz.
daşav kampında fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı hiroşima'ya.
boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman.
sonra kapandı resmen o fasıl, şimdi üçüncüden bahsediyor amerikan doları.
fakat gün ışıdı her şeye rağmen ben içeri düştüğümden beri.
ve "karanlığın kenarından onlar ağır ellerini kaldırımlara basıp doğruldular" yarı yarıya...
ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya.
ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine,
ben içeri düştügüm sene onlar için yazdığımı :
"onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar, korkak,cesur, cahil, hâkim ve çocukturlar, ve kahreden yaratan ki onlardır, şarkılarımda yalnız onların maceraları vardır."

ve gayrısı,
mesela benim on sene yatmam, lâf-ü güzaf.

nazım hikmet ran

Çarşamba, Mayıs 16, 2007

pervane..

yürüyorum sokaklarda
sen evinde uyurken
saatten haberim yok
belki geç,belki erken
kaderin cilvesinden
şarabın öfkesinden
anladım ki kaçış yok
bu aşkın pençesinden
işten eve dönerken
susayıp su içerken
her daim aklımdasın
hayat akıp giderken
sen parla ben döneyim
aşkının etrafında
bir yanıp bir söneyim
alacakaranlıkta

yüksek sadakat

belki üstümüzden bir kuş geçer..

gul renginde gun dogarken
bogazdan gemiler usulca gecerken
gel cıkalım bu sehirden
agaclar, gokyuzu ve toprak uyurken
dolasalım kumsallarda cılgın kalabalık artık uzaklarda
yorulursan yaslan bana
sarılıp uyuyalım gun batımında
belki ustumuzden bir kus gecer kanadından bir tuy duser
iner done done gok yuzunden
hicbir yuz guzel degil senin yuzunden
haydi kalk gidelim bu sehirden
gun dogarken yada gunes batarken
belki kuslar gecer ustumuzden kanatları senin ellerinden.

yüksek sadakat